İlk Çalışmalar Kavaklar Soyutlananlar Dönüşüm Ödüllü Baskıresimler
Biyografi Ödüller Üyesi Olduğu Dernekler Seçilmiş Juri Üyelikleri
Kişisel Yurtdışı Yurtiçi Yarışmalı
Yayımlanmış Yazılar Kitap ve Kitap içi Bölüm Yazarlığı Editörlükler Söyleşiler Hakkında Kişisel Sergi Katalogları Radyo ve TV Programları
Geri Dön

Söyleşiler

ATİLLA ATAR’LA LİTOGRAFİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Interview with Atilla Atar on Lithography

Mustafa Durak

Sevgili Atilla Atar, litografi sözcük anlamıyla taşbaskı olarak biliniyor. Litografinin ne olduğunu genel olarak anlatır mısınız?


Litografi, suyun ve yağın birbirini itmesi kuralına dayanarak gerçekleştirilen bir baskı yöntemidir. Bu kurala göre sanatçı, yağlı kalem ya da yağlı mürekkeple gerçekleştirdiği deseni ya da kompozisyonu toz reçine, talk pudrası, nitrik asit, arap zamkı, su ve terebentinin kullanıldığı bir dizi işlemden sonra taş kalıp yüzeyine tespit eder. Litografi presinin kullanıldığı baskı aşamasında sürekli ıslak tutulan taş kalıp yüzeyine merdane ile verilen baskı mürekkebi, salt desenin kapladığı yağlı alanlara tutunacak, yağsız ve ıslak alanlar ise temiz kalacaktır. Litografi tekniğinde, yapısında %94-98 oranında kireç karbonatı bulunan, ortalama 10-12 cm. kalınlığında değişik boyutlarda taş kalıplar kullanılır. Kalıp yüzeyi, küçük gözenekli, yağa karşı duyarlı, doğal ve homojendir. Yüksek baskıda oyulmayan, çukur baskıda oyulan alanların etkilenmesi söz konusu iken bu teknikte kalıbın tüm yüzeyi etkilenir. Bu özelliğinden ötürü litografi sanatçısı, taş kalıp yüzeyini, kağıt üzerine desen çizer gibi, suluboya çalışır gibi kullanır. Yağlı kalem veya yağlı mürekkep duyarlı yüzeyi derinlemesine etkiler. Taş kalıp yüzeyinde yüksek veya çukur alanlar oluşmaz. Bu nedenle litografi bir düz baskı tekniğidir. Teknik, sanatçıya sayısız çeşitleme olanakları ve zenginlikler sunar. Yağlı kalemle, tarama ucu ile çizme, tarama, fırça ile boyama, lavi, püskürtme, şablonlama, her türlü malzemeden doku transferi gibi sayısız yöntem kullanmak mümkündür. Litografinin bu sınırsız zenginliklerine ancak çok renkli baskı ile ulaşılabilir. Ofsette dört kalıp kullanarak tüm renk değerlerine ulaşılırken, bu yöntemde daha fazla kalıp kullanılır. Baskı mürekkeplerinin transparan özelliğinden ötürü, sanatçı bazen bir rengi 3-4 farklı kalıp hazırlayarak elde edebilir. Endüstriyel baskı ile özgün baskıresmin farkı da buradadır. Baskının her evresinde sanatçı duyarlılığı çalışmaya yansır. Çok renkli baskıda kaç renk kullanılacağı önceden belirlense bile, baskının seyri, yaratıcı süreç bu sayıyı değiştirebilir. Aslında baskı süreci, çalışmanın nasıl biteceği önceden kestirilemeyen bir serüvendir. Renkli baskıda sanatçının müdahalesiyle teknik özgünlük devreye girer. Baskı aşamasında da baskı mürekkebinin hazırlanması, renk değerleri, pres basıncının ayarlanması, baskı kağıdının kalitesi, nemliliği, kullanılan nitrik asit ve arap zamkının oranı, şiddeti, merdanenin sertlik derecesi, sanatçının o andaki ruh hali gibi etkenler baskı kalitesini olumlu ya da olumsuz etkiler. Baskı kağıdına önceden belirlenen sayıda basılarak gerçekleştirilen litografiler, sanatçı tarafından numaralandırılarak imzalanır. Gerçekleştirilen baskının tüm sayıları aynı değerde ve özgündür.

Gerek işlem ve süreç olarak gerek sonuç olarak litografinin, diğer baskılardan ayrılan yanı nedir?

Litografi tekniği, diğer geleneksel baskı tekniklerine göre daha karmaşık ve çok sayıda çeşitli gereçlerin kullanıldığı bir teknik. Kalıbın hazırlanmasından baskının gerçekleştirilmesine kadar geçen her evre başlı başına özenli, titiz bir çalışmayı gerektirir. Bu evreler ne denli kuralına uygun ve özenle gerçekleştirilirse sonuç da o denli mükemmel olur. Litografinin diğer baskı tekniklerinden ayrılan yanı, özellikle renkli baskıda önceden belirlenen sayıda baskı yapılması ve aynı baskının bir daha gerçekleştirilememesidir. Taş kalıpların her baskıdan sonra yeni çalışma için temizleme kumuyla silinmesi böyle bir uygulamayı olanaksız kılar. Baskı etiği de bunu gerektirir. Kullanılan kalıp gerekli olduğunda yeniden basılmak üzere saklansa da bu uygulama çok ender yapılır. Diğer baskıresim tekniklerinde baskı kalıpları saklanabildiği için, sanatçısı, baskı kağıdına imlemek koşuluyla gerekirse ikinci seri baskıyı gerçekleştirebilir. Ancak, baskı işlemleri bittikten sonra, kullanılan kalıpların bir daha baskı yapmamak üzere kullanım dışı bırakılması gerekir.

Çalışmalarınızda litografiyi yeğlemenizin nedenini açıklar mısınız?

Öncelikle litografiye olan ilgimin ne zaman ve nasıl başladığından söz etmeliyim. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nde öğrenci iken yüksek baskı tekniğinde baskıresimler yaparken, yeterli donanım olmadığı için uygulayamadığımız diğer baskıresim tekniklerini gezdiğimiz sergilerden tanıyor, filmlerden izliyorduk. Litografi tekniğini ilk kez 1963 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Öğretici Filmler Merkezi’nde izlediğimde, uygulama yönteminin farklılığı, karmaşıklığı ve baskı aşaması çok ilgimi çekmişti. İlgi duyduğum bu tekniği, 1975 yılında Paris Ecole National Supérieure des Beaux Arts’da Litografi atölyesi’nde öğrendim. Orada diğer özgün baskıresmin tüm tekniklerini uygularken, litografinin benim çalışma tarzıma, çalışma disiplinime daha uygun olduğunu gördüm. Baskıresim sanatçılarına baktığımızda da her sanatçının genellikle bir teknikte yoğunlaşarak yetkinleştiğini görüyoruz. Sanatsal yaratma sürecinin baskının tüm aşamalarında devam etmesi de benim litografiyi yeğlememe neden oldu diyebilirim.Bu süreçte, çalışma ortamı, o an içinde bulunduğum ruh hali, imge, algı, bellek, imgelem gibi ussal süreçler, dış uyarılar gibi etkenlerle, renk, çizgi, doku, boşluk, doluluk gibi sanatsal değerlerle düşünen aklın ürününü gerçekleştirirken karşılaştığım sürprizlerden de heyecan duyuyorum. Ayrıca baskı sürecinde çalıştığım renk kalıpları zaman zaman yeni bir baskıresmin başlangıcını oluşturabiliyor. Oluşan bu yeni kompozisyonları değerlendirmekten de büyük keyif alıyorum. Böylelikle, gerçekleştirdiğim baskıresimlerim arasında bir devamlılık, bir bütünlük meydana geliyor. Bu uygulamayı yapmalarını öğrencilerimden de isterim. Yirmi beş yıldır çalıştığım Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki teknik donanım ve çalışma ortamı da bu teknikte yoğunlaşmamın bir başka nedeni. Bu teknikle tanışmadan önce çalıştığım pentürün tadını yakalıyorum. Litografide kullanılan baskı mürekkeplerinin transparan özelliği, litografilerimde derinliksel etki elde etmemde bana büyük kolaylık sağlıyor.

Sizin litografi alanına kattıklarınızdan söz eder misiniz?

Paris Ecole National Supérieure des Beaux Arts’da baskıresim dalındaki uzmanlık eğitimimden sonra görev yaptığım İzmir-Buca Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nde ilk işim atıl durumda bulunan litografi atölyesini çalışır hale getirmek oldu. Daha sonra göreve başladığım Anadolu Üniversitesi Uygulamalı Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda, baskıresmin tüm tekniklerinin uygulanabildiği tam donanımlı baskıresim atölyelerini kurma ayrıcalığını yaşadım.1987’de öğrenime açılan atölyelerde çok sayıda öğrenci öğrenim gördü, çok sayıda Türk ve yabancı sanatçı baskı çalıştı. Kurduğumuz baskıresim atölyeleri kısa sürede adından söz edilir konuma geldi. Ülkemizde özgün baskıresme olan ilginin azlığından, sıkıntılarından söz ederken çözüm yollarının neler olabileceği konusu biz sanat eğitimcilerini hep meşgul etmiştir. Yaptığımız işin ülke düzeyinde sanat eğitimi kurumlarında, sanatçıların özel atölyelerinde de yapılabilmesini , yeni baskıresim atölyelerinin kurulmasını sağlamak için yüksek baskı, çukur baskı ve düz baskı (litografi) presleri üretmeye başladık.Üretimin tüm evrelerinde kullanılan malzemeden kaynaklanan zorluklar yaşadıysak da, deneye yanıla, ama her defasında mükemmele ulaşarak ustalarımızla birlikte bu işi başardık. 2006 yılına kadar süren üretimle çok sayıda baskıresim atölyesinin kurulmasını sağladık. Baskıresmin eğitim kurumlarımıza resimden sonra girmesi, sanatçılar tarafından yeterince uygulanmaması, dolayısıyla kültürümüzde fazla yer almamasından ötürü istenen düzeye ulaşılamamıştır. Bugün ise baskıresme olan ilgi sevindiricidir. Bu ilginin sürekliliğini sağlamak, ancak baskıresmin daha çok kişi ve sanatçı tarafından üretilmesiyle olanaklı olabilirdi. Resim deyince akla pentürün geldiği, bu alanda baskıresmin de var olduğunun bilinmesi gerektiğinden hareketle sanat eğitimi kurumlarının gereksinim duyduğu elemanları yetiştirmek için 2000-2001 öğretim yılında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ülkemizde bir ilk olan Baskı Sanatları Bölümü’nü kurdum. Bu dalda nitelikli ürünler veren sanatçı adayı ve sanatçıların çoğalması, özgün baskıresme olan ilgiyi de arttıracaktır diye düşünüyorum. Bizden sonra Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde de Baskı Sanatları Sanatları Bölümünün açılmasını ümit verici bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Müzesi, Türk ve yabancı sanatçıların baskıresimlerinden oluşan çok önemli bir koleksiyona sahip.Bu sanatsal birikimin büyük bir bölümü, litografi atölyesinde çalışan sanatçıların eserleri ile Baskı Sanatları Bölümü’nün yabancı sanatçılar, sanat eğitimi kurumları ve baskıresim atölyeleri ile geliştirdiği ilişkiler, ortak etkinlikler sonucunda oluşturuldu.Yaklaşık otuz beş yıldır litografi çalışıyorum. Bu uzun zaman diliminde, günlük beğeni ve istemlerin dışında kalarak sanatsal tavrımdan ödün vermeden, tekniğin tüm zorluklarına karşın bu teknikte tutkuyla ve inatla ürün vermem, ülkemizde alışılagelmişin dışında yirminin üzerinde taş kalıp kullanarak çok renkli, büyük boyutlu litografiler gerçekleştirmem, düzenli aralıklarla salt bu teknikte ürettiklerimle yirmi altı kişisel sergi açmam, ikisi “Yılın Sanatçısı” olmak üzere, aldığım onbeş ödülün de baskıresim dalında olması, litografi alanına katkı olarak değerlendirilebilir.

Bir resmin değerlendirilmesinde, anlamlandırılmasında hem teknik getiri hem de anlamsal getiri ayrı ayrı ve birlikte ele alınmalı. Sanatçı ve eleştirmen işbirliği sanırım ülkemizde pek işleyen bir ortaklık değil. Karşılıklı beslenme gereğinin önemi pek anlaşılmış değil. Bu yüzden izlenimsel, öznel değerlendirmelere razı olmak durumundayız. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Sanatçı ve eleştirmen işbirliğinin ülkemizde pek işlemediği fikrine ben de katılıyorum. Sanatçının anlaşılmasında söyleşilerin yararlı olduğuna inanıyorum. Söyleşiyi yapan eleştirmenin, sanatçının sanatla ilişkisini yakından tanıması, sanatçının yaşamına, sanatına ilişkin sorunlarını öğrenmesi, içselleştirmesi eserlerini eleştirmede ona yardımcı olacaktır. Sanatçının içinde bulunduğu, eserlerini ürettiği ortam ve toplumsal yapı da yapıtlarının anlaşılması için önemsenmeli. Ancak, tüm bu saydıklarımın sanatçının sanat anlayışını, eserlerini kavramada eleştirmen için yeterli olabileceğini zannetmiyorum. Bir sanatçının anlaşılması için eserleri üzerinde ayrıca incelemeler yapılmalıdır görüşündeyim. Daha uzun sürede gerçekleştirilen nehir söyleşiler de ayrıntılı biyografiler için yararlı olmanın ötesinde eleştirmen için yeterli değildir. Ama nehir söyleşinin günlerce hatta haftalarca sürmesi ile oluşan ortak dil, sanatçının eserlerinin eleştirilmesinde kullanılabilir.

Kaynak: www.tamsanat.net/yayinlar/roportaj.php?post=627