TAŞBASKI RESMİN İNCELİKLİ DÜNYASINDA
Kaya Özsezgin
Öteki baskı tekniklerine göre taşbaskı (lito) tekniğinin, daha yakın dönemlere rastlaması ve Senefelder’den bu yana Daumier, Redon, Manet, Degas, Whistler gibi çağdaş sanatçıların elinde, özgün bir kimlik ve kişilik bulması, bu tekniğe birtakım gizli güncel ve popüler değerler katmış, neredeyse ayrıcalıklı sayabileceğimiz bir görünüm kazandırmıştır. Örneğin gravürün ve ağaç-oyma baskının yaygınlığına eşdeğer bir görünüm değildir bu. Sanatın entelektüel yanına ilişkin ağırlıklı etki, kendini daha çok taşbaskı resimde açığa vurur. Bir düzbaskı tekniği olarak bu tür resim, desen çizimine yakın durur, onunla pek çok ortak yanı vardır. Taş yüzeye yağlı kalemle çizilen ve sonradan kağıda geçirilen desen, taşbaskı resimde, çoğu zaman özgün desen izlenimi verir bu nedenle. İyi bir desen çizme yeteneğine sahip olmak, taşbaskı resmin gerektirdiği ana koşuldur genellikle. Taşbaskı tekniğini seçen ressamların, aynı zamanda birer desen ustası olmaları bundan olsa gerek.
Özgünbaskı resmin tahta üzerine gerçekleştirilen ilk özgün örnekleri, Batı’da XV. yüzyılın başlarına kadar geriye gittiği halde, bizdeki uzantıları -Hoca Ali Rıza’nın taşbaskı tekniğiyle çoğaltılan desenlerini hesaba katmazsak- yarım yüzyılın ötesine pek taşmıyor. Teknik ve estetik açıdan ilk kapsamlı çalışmalar ise 1960’lı yıllarda kendini göstermeye başlıyor. Ama gelişmenin hızlı olduğu, özgünbaskı resme gönül veren sanatçıların sayısındaki artışın dikkat çekebilecek ivme kazandığı, özellikle de 1980’ li yıllarda, bu tür resmin, sanatçılık işlevine gösterge olma niteliği taşıyabilecek bir etkinlik düzeyine çıktığı söylenebilir. Bu gelişmede, genç sanatçı kuşaklarının, salt bu doğrultuda önemli işlevler üstlenmeleri, doğrultunun içeriksel niteliğini de belirleyici bir etken olmuştur.
Atilla Atar’ın yakın yıllara doğru, taşbaskı tekniğini seçici bir sanatçı tavrı eşliğinde, espriyi kendi kişiliği içinde olgunlaştırarak geliştirdiği çalışmaları, bu sanatçı kuşaklarının başlatmış oldukları etkinliğin bir uzantısıdır. 1960’lı yılların başından bugüne gelen çalışmaları incelendiğinde, taşbaskı tekniğinin zorunlu kıldığı çizime ilişkin ayırıcı özelliklerin, lekeyi bastırıcı bir yol izleyerek yıldan yıla belirgin bir aşamayı gerçekleştirdiği görülür.1963 tarihini taşıyan ve Hitit duvar rölyeflerinin verdiği esinlerle tahtabaskı resim çalışmaları, bugün oldukça gerilerde kalmıştır.Bu resmi on yıl arayla izleyen ve 1980’li yılların başında, yer yer stilize edilmiş ağaç dizilerine dönüştürülen ilk taşbaskı resimler, 1980’li yılların sonunda gerçek vizüel boyutlarına kavuşur.Bu renkli taşbaskı resimler, soyut doğa imgeleri üzerine kuruludur. İki yönlü bir etkiyi yansıtır bu resimler: Sarp ve vahşi kayalık kütleler oldukları imajını içlerinde saklı tutmakla beraber, bu tür kütlelere özgü girintili-çıkıntılı oylumsal biçimler, peyzajın kendisini değil, o peyzajdan bağımsız bir biçim illüzyonunu gündeme getirir: Nesne, ait olduğu biçimle hem örtüşür, hem de örtüşmez. Böyle bir ikilem, doğa biçimlerinin özüne ilişkin görüntüsel kaymalar karşısında, izleyiciyi çift yönlü bir bakışa zorlar. Kimi resimlerde, görüntünün önüne çekilen ve kompozisyonu yukarıdan aşağıya kateden renkli çubuklar, bu çift yönlü bakışı, soyutçu yaklaşımdan yana derinleştirir.
Fotografik görüntünün, nesneyi bütünsellikten koparıp ayrıntıya indirgeyen yorum olanaklarıyla da bağlantılıdır bu dönem resimleri.1990’ yılların sonuna doğru ise, soyutçu yaklaşım, görüntü imajını bütünüyle silmeye yönelik bir yörünge izler, sertlikler yerini daha esnek biçimlere bırakır, ama hacimsellik ya da üçboyutluluk soyutçu bağlamda varlığını sürdürür. Boşlukta yer alan küresel ve kübik biçimler, boşluğun derinliksel etkisini öne çıkarıcı bir işleve donanır: Bir oluşum (tekevvün) ya da kozmogoni karşısında bulunduğumuz
sanısına yol açabilecek bu soyut-derinliksel etki, varlık ve doğa kavramlarını çağrıştırıcı düşünsel bir dinamizme de açıktır.
Genellikle özgünbaskı, özellikle taşbaskı resimlerde alışılmış ortalama boyutların üzerine pek çıkılmaz.Bu tekniği, alışılmışın üzerinde 100x120 gibi boyutlara taşımak, tekniğin olanaklarını sonuna kadar kullanmak ve değerlendirmek anlamına gelir. Atilla Atar son yıllarda ürettiği çalışmalarıyla, böyle bir çaba içinde görünmektedir. Hangi türden olursa olsun, resimde boyutları belirli ölçülerin dışına taşırmak, resmin içeriksel sorunlarıyla dengeli ve oranlı bir yaklaşımın varlığını düşündürür. Atilla Atar’ın taşbaskı resimlerindeki içeriksel değişimle, kompozisyonun fiziksel büyümesi arasında doğal bir ilintinin söz konusu olduğu kuşku götürmez.
Yazınsal metinlerden, şiir ve söylencelerden yola çıkarak özgünbaskı resim üreten Avrupa’lı çağdaş sanatçıların bir bölümünün aksine, Atilla Atar, anlatımsal ve içe dönük imgelere ağırlık veriyor. Kendi kuşağının başka özgünbaskı sanatçılarında da geniş ölçüde tanık olduğumuz bu eğilim, kökeninde “illüstratif” olmama, bağımsız bir ressam gibi davranma içgüdüsünden kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca bu durum, bizde özgünbaskı resmin geçmekte olduğu yolu da aydınlatmakta, Atilla Atar’ın da içinde bulunduğu sanatçı grubunun, değişimlere açık yöntemsel yaklaşımlarına ışık tutmaktadır.
Atilla Atar, taşbaskı resimde odaklanan çalışmalarıyla, bu sanatçı grubunun aktif üyeleri arasında yer alıyor.
Türkiye İş Bankası Ankara Sanat Galerisi, Baskıresim Sergisi Kataloğu, 6-28 Ekim 1998.