OLUŞUM SANAT GALERİSİ’NDE ATİLLA ATAR SERGİSİ
SITKI ERİNÇ
Ankara, günümüzde, adımbaşı açılan galerileriyle ne denli öğünse azdır. Kıvanç verici bu sayısal gerçeğe karşı, sergiler açısından bakıldığında aynı gururu paylaşmak ne yazık ki olası değil gibi görünmektedir. Oysa, arzın talebi yarattığı tek alan sanat olduğuna göre, sergiler ne denli sağlam bir sanatı arz ederse, ülkenin sanat seçiciliği, toplumun estetik beğenisi de o denli rafine olur.
Sanatçı tanımlamasının en önemli niteliklerinden olan “toplumun önünde bulunma” da bunu zorunlu kılmaktadır. Herhalde.
Özellikle son yıllarda Ankara’da, sanatsal etkinliğini ara vermeksizin sürdürebilen galerilerden biri olan Oluşum Sanat Galerisi, toplumsal beğeniyi yönlendirmede büyük bir görevi üstlenmiş görünmektedir. Bu görevi üç ayrı etkinlik alanıyla gerçekleştiren Galeri, düzenlediği söyleşiler, resim kursları ve nihayet sergiler aracılığı ile sorumluluğunun üstesinden başarılı bir şekilde gelmektedir. Bunun en güncel kanıtı olarak da Mayıs 1993 ayı içinde açılan Atilla Atar’ın litografi sergisi gösterilebilir.
Özgünbaskı resimde en zor teknik kabul edilen taşbaskının ilginç örneklerini izlediğimiz bu sergide Atar, 85x113 cm. ile 31x36 cm. boyutları arasında değişen, 1989-1992 tarihleri arasında yapılmış eserlerini sunmaktadır.
Gravürün aksine, litografide hissedilen derinlik duygusunu Atar, kimi resminde otuza varan ayrı kalıpla gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Konuya yabancı olmayanların çok iyi bildiği gibi, litografide renk sayısı, kalıp sayısı ile doğru orantılı olduğundan, resimler, genel olarak üç beş rengi geçmez. Oysa Atar, doğa izlenimlerini, inanılmayacak sayıda renkle yansıtmakta ve bu yolla da hem teknikteki ustalığını sergilemekte, hem de seyircinin duygularına hitap edebilmektedir.
1790’larda bulunan litografi tekniği, ünlü sanatçıların hemen hemen tümünü etkilemiştir. Ingres, Lautrec, Picasso, Miro gibi imzaları taşıyan litografileri, dünyanın en ünlü müzelerinde, galerilerinde görmek olasıdır. Bugün ülkemizde de Atar, bu alanda, en güçlü isimler arasında, hatta başında gelir demek, herhalde yanlış olmaz.
Atilla Atar’ın Oluşum sergisindeki resimlerini iki grupta toplamak doğru olur. İlk grup resimler daha yalın ve daha somut: Ormanlar, korular, ağaçlar…İkinci gruba oranla daha küçük boyuttaki bu resimler, sıcak renkleriyle, belirgin çizgileriyle izleyicisinde doğrudan duygusal etkiler yaratmakta ve onları şiirsel bir algılamaya yönlendirmektedir. Bu yönlendirme, biraz psikolojik bir yalnızlık olarak adlandırılabilirse de bu asla gariplik olarak yorumlanamaz.
1989 yılının ürünleri olan bu ilk resimler, çizgisel kaygıların nasıl giderilebileceğine, dikey ilintilerin nasıl kurgulanabileceğine sağlam örnekler, hatta kanıtlar olarak gösterilebilir.
Tekniğin sınırsız olanaklarını en yalın şekilde ifade eden bu ilk grup resimlere karşın, çoğunlukta olan ikinci grup resimler, Atilla Atar’ın son dönem yapıtlarını oluşturmaktadır. Bunlar litografinin sınırlarını bile zorlayan bir soyutlama gücünü simgeleyen resimler olarak özellikle vurgulanabilir.
Taşbaskıda pek cesaret edilemeyen boyuttaki bu resimlerde yine doğadan, belki de Kapadokya’nın o mucize görünümünden yola çıkılarak, dokusal kaygılarla, özgün bir anlatıma varılıyor, belki de ulaşılıyor.
Resimlerde egemen fonu oluşturan pastel grinin, bozun hüznünü, çok sayıdaki kontür renkler, kimi zaman lekesel, kimi zaman da puantist bir yöntemle çok farklı bir armoniye ulaştırıyor, dönüştürüyor. Renk zenginliği ve dokusal anlatım resimleri, üç boyutluluğun uzaysal varlığını, anıtsal bir nitelikle, çerçevelerin dışına bile taşırabiliyor. Doğa resimlerinin bu görkemli anlatımı, Atar’ın ilk grup resimlerindeki romantik şiirselliğe karşıt olarak sanki bir belgesellik taşıyor: Sanata dönüştürülmüş, ancak sanatla varolan, varolabilen bir belgesellik…
Bu nedenle de resimler, baktıkça daha derinleşebiliyor, kavrandıkça daha anlatımcı olabiliyor.
Atilla Atar, bu resimleriyle, bir araştırmadan çok, bir varışı imletiyor bizlere. Kendine özgü bir tekniğe ulaştığını, ulaşabildiğini, kendine has bir dili bulduğunu, bulabildiğini ifade ediyor. Taşbaskının tükenmez olanaklarını ne denli ustalıkla yargılayabildiğini ve kanıtlayabildiğini Oluşum Galerisi’ndeki sergisiyle, bizlere sessizce gösteriyor.
Sadece sanatçı olarak değil, aynı zamanda sanat eğitimcisi olarak da hizmet veren Atar’ın 1969’dan bu yana elliden fazla karma sergide, gerek yurtiçinde, gerek yurtdışında hem litografiyi, hem de Türk resmini temsil etmesi, çalışma gücünü ve özverili çabasını da simgelemektedir. Herhalde bunun övüncü, 1977’den bu yana, peş peşe almış olduğu ödüller, belki de bunlardan da çok, izleyicilerinin hayranlık ve beğeni dolu bakışlarıdır.
Bu sergi, kanımca sadece estetik doyum açısından değil, aynı zamanda genç sanatçıların, özellikle özgünbaskı alanında çalışanların eğitimleri, görgü ve bilgileri açısından da önem taşımaktadır.
SANAT ÇEVRESİ Sayı: 175 , Mayıs 1993